4 - Kuzgun.
Merhabalar, bölüme geçmeden önce oylarsanız çok sevinirim. Satır arası yorumlarınızı da bekliyorum ve cevap veriyorum. 🦅
İyi Okumalar:
– – –
Kalbim, göğsümden dışarı çıkacak gibiydi. Silahımı kaptırmak affedilmezdi. Yüzbaşı'nın sert bakışı hala gözümün önünde. O gözler, susarak bile ceza veriyordu. Furkan ve Özberk’in sessiz adımları yankı gibi kulağımda. Her adımda içimdeki gurur kırıldı. Odaya yürürken, bacaklarım taş gibiydi. Sanki herkesin önünde soyulmuştum. Cesaretim, dikkatim, onurum bir anda yere düşmüştü. İçeri girdiğimde başımı kaldıramadım. Bu sadece bir hata değildi. Benliğime saplanan, unutulmayacak bir lekeydi.
Aklıma Özberk'in dediği geldi. Beni bu odaya getirdiler ki ben buradan kaça bileyim. Pencereyi görünce hemen yaklaştım. Pencereyi açıp aşağı baktım.
"Bingo!" Dedim sevinçle. Altımda, neredeyse elimle uzansam dokunacağım kadar yakın bir dam vardı. Kiremitlerle kaplı eski bir çatıydı bu. Belki bir-iki metre, en fazla.
Cesaretimi taplayıp pencereye tırmandım. Derin nefes alarak atladım. Atladığım anda kiremitler eski olduğu için ses çıkardılar ama kimse fark etmedi. Çatının üstüyle gittim ama nasıl ineceğimi bilemedim. Aşağa baktım ve şansıma duvara yakın araba durmuştu. Arabanın üstüne atladığım anda etrafta olan askerler bana döndü.
"Komutanım?" Dedi bir genç asker. Arabadan indim söylenerek. "Çatıda ne işiniz var?"
"Beni düşürdüğün hale bak yüzbaşı!" Söylendim sinirle mırıldanarak. "Hiç asker, işine bak sen." Dedim sonra az önce üstüne atladığım arabaya baktım. "Bunun anahtarı bana lazım." Dedim askere dönerek. Yanıma gelip anahtarı bana uzattı. "Sen beni görmedin." Diyerek arabaya bindim ve çalıştırdım.
"Gördüm ama sizi komutanım." Ters ters askere baktım ve bıkkınlıkla derin bir iç çektim. Bu kadar saf olması gerekmezdi.
"Görmedin diyorsam, görmedin demek." Başını salladı.
"Emredersiniz komutanım." Hemen yola çıktım. Nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Üzerime ruhsatlı olan tabancam bendeydi, ama üzerime zimmetli olan tabancam yoktu.
Telsizi açtım belki konuşmalarını duyarım diye. Tek gözde kaçtı zaten, onun peşine kim düştü onu bile bilmiyorum. Birden aklıma bir fikir geldi. Telsizimi aldım elime.
"Yuva, gölge 2 cevap ver."
"Söyle gölge 2." Karargahtan biri cevap verdi.
"Tek gözün kaçtığı arabada, yani benim arabamda sinyal tespit cihazı var, nereye gittiğini öğren." Dedim acaleyle.
"Anlaşıldı gölge 2." Telsizi kenara koydum ve yuvadan cevap bekledim.
☪︎
Ayaklarım gaz pedalında titriyordu, ama aklım sadece tek gözdeydi. Onu bulduğum anda gebertecektim. Virajları hızla dönerken gözüm bir yandan aynalarda, bir yandan etrafı kolaçan ediyordu. O sırada telsizden cızırtılı bir ses geldi.
"Gölge 2, yuva."
"Dinlemedeyim yuva." dedim hemen, sesim hem kararlı hem de tedirgindi.
"Sinyal en son doğudaki eski taş ocağının yakınlarında kesilmiş. Tahmini konum koordinat 42.1, 28.7. Oraya yaklaşık 3 buçuk kilometre."
“Anlaşıldı yuva. Oraya gidiyorum.” dedim ve telsizi koltuğa bıraktım.
Ayağım gazda, gözüm yolda. Bunu yapmalıydım. Kaçsa da, saklansa da, bulacaktım onu. Yol daraldıkça içimdeki sıkışma da arttı. Taş ocağına yaklaşırken arabanın farlarını kapattım, dikkat çekmek istemiyordum. Aracı biraz uzağa, kuru çalılıkların arkasına çektim. Motoru kapatırken derin bir nefes aldım.
Depo gibi bir yer vardı ve kenarda benim arabamdı. Telsizi alıp belimde ki kılıfına koydum. Silahımı elime alıp emniyeti açtım. Etrafa bakarak deponun kapısına kadar geldim. Kapıya dokunduğum anda kapı açıldı. Yavaşça içeri girdim. İçerden konuşma sesi geliyordu, tek gözün sesi.
Biraz daha ilerledim yavaş adımlarla. İçerde kimin olduğunu, kaç kişi olduklarını bilmiyordum. Biraz daha ilerledikten sonra gizli bir oda gördüm. Hafif içeri baktım. Tek göz içerdeydi, telsizle konuşuyordu.
"Şile'yi uçurmamız lazım! Bombayı oraya yerleştirdin mi?" Kahretsin! O bomba bir patlarsa felaket olur.
"Yerleştirdim komutanım, yarın akşam saat 10gibi o düğün patlayacak." Diye cevap geldi. Tek göz telsizi kenara bıraktığı an harekete geçtim.
"Kaldır lan elini!" Dedim içeri girip silahı kafasına doğrultarak. Korkarak elini havaya kaldırdı. "Benim silahımı almak senin ne haddine?!" Diyerek bir tane yumruk geçirdim yüzüne. Yere yığıldığı an yine silahı doğrulttum yüzüne. "Silahım nerede?"
"O-orada." Dedi masayı göstererek. Masanın üstünde duran silahımı alıp kılıfına geçirdim.
"Kalk lan şimdi ayağa, karargaha geri dönüyors-..." Kafamın arkasında hissettiğim darbeyle gözümün kararması bir oldu.
☪︎
Gözlerimi ağır ağır açtım. Yerde yatıyordum, kafamın arkasında çok şiddetli bir ağrı vardı. Yavas yavaş ayağa kalktım. Hemen silahımı aradım. Çok şükür götürmemişler. Tek göze silah doğrulttuğumda herhalde biri arkamdan geldi kafama vurdu, ve tek gözü alıp çıktı.
İçerisi sessiz. Sessizlik dediğin şey bazen güven verir, bazen de ölüm sessizliğidir. Bu da onlardan biri. Duvarlar nemli, zemin yağ kokuyor. Nefesim buhar gibi çıkıyor ağzımdan, serinlik var burada, fazla serinlik.
Gözlerim raflara, demir kapılara, üst üste yığılmış sandıklara kayıyor. Ama bir şey gözüme çarpıyor. Tavanda, sağ köşede. Küçük, siyah bir nokta gibi.
Kafamı yukarı kaldırdım, gözlerimi kısararak baktım. Kamera vardı.
Yaklaştım, kabloları takip ediyorum. Bir duvar boyunca sürünüyorlar, sonra sola kıvrılıyorlar. O yöne yürürken, zeminde ayak seslerim yankılanıyor. İçimden bir ses, ilerlememi istemiyor ama duramam. Merak, bazen hayatta kalma güdüsünden daha güçlüdür.
Kablolar, kapısı aralık bir odaya giriyor. Üzerinde hiçbir yazı yok. İttiriyorum. Kamera odası burası. Duvarlar monitörlerle dolu. Eski tip, siyah-beyaz görüntü verenlerden. Her biri farklı bir açıyı gösteriyor. Parmaklarım düğmelere uzanıyor, hızla tarıyorum görüntüleri. Ve bir tanesi beni çiviliyor ekrana.
Arkamda bir gölge var sessizce yaklaşıyor. Elinde kalın bir sopa. Kendimi izliyorum, bir yabancı gibi. Başım geriye savruluyor, yere düşüyorum.
Adamın yüzü karanlıkta. Kamera açısı göstermiyor. Sadece silueti, kim olduğunu hala bilmiyorum. Ama bir bildiğim şey var. Burada biri bizimle oynuyor. Ve oyun, daha yeni başlıyor.
Bu görüntüler bana lazım. USB'yi takınca dosyaları dışa verecek. Ne kadarını alabiliyorsam alacağım. Bu görüntüler işime yaraya bilir.
USB'yi alıp cebime koyarken cebimde birşey hissettim. Kağıt gibi birşey. Elime alıp baktım, bir kağıtdı ve birşey yazıyordu.
'Kapı kilitli, masanın altında bomba var. Şimdiden Allah rahmet eylesin.'
Gözlerimi belerttim. Ve hemen masanın altına baktım. Yoktu. Koşarak az önce bayıldığım odaya girdim. Orada ki masanin altına bakınca bomba düzeneğini gördüm. Bir kutunun içindeydi bu düzenek. Kutuyu önüme çektim ve akan dakikalara baktım nutkum tutularak.
3:21
"3 dakika 21 saniye kalmış!" Hemen ayağa kalkarak buradan çıkmaya çalıştım. Belki kapı açıktır diye kontrol ettim, ama maalesef kapalıydı. Elimi atıp hemen telsizi aldım ve koşarak düzeneğin yanına gittim. Dizlerimin üzerine çöktüm.
3:13
"Gölge 3, gölge 2, Furkan cevap ver." Furkan imha ede bilirdi bunu. "Gölge 3, gölge 2 cevap ver!"
"Gölge 3 dinlemede, söyle gölge 2." Şükür cevap vere bildi.
"Furkan, sebebini sorma ama şuan bir depoda kilitli kaldım ve kutunun içinde düzenek var. Hangi kabloyu keseceğimi söyle."
"Düzeneği tarif et bana ve kalan dakikayı söyle." Düzeneğe baktım. Renkli kablolardı hepsi.
"2 dakika 44 saniye. Düzenek ise çok karışık. Düzenekte iki farkli giriş, iki farklı çıkış noktası var. Biri diğer kabloya bağlanıyor, diğeri yuvaya giriyor." Elimi cebime sokup bıçağı çıkarıp hazır bekledim. "Yuvaya gireni kesiyorum o zaman."
"Dur kesme, o şaşırtmaca ola bilir." Dedi yüzbaşı. Furkan'la konuşmamızı duyuyorlardı şuan telsizi açık olanlar.
"Bilge, bak sakın panik olma. O bahsettiğin kablolara hafif dokun, hangisi daha sıcak?" Yavaşca kablolara dokundum parmak uçlarımla. En sıçak olanı bulmam çok zordu, çünkü paniklemiştim ve ellerim titriyordu.
"Bilmiyorum, Furkan bilmiyorum! Çok az zamanım kaldı."
"Ne kadar kaldı, Bilge?!" Dedi yüzbaşı, hafif sinirli ama endişeli sesle .
"1 dakika 55 saniye kaldı." Dedim panikle.
"Komutanım bir pencere gibi yer yok mu? Kaçın oradan." Dedi Hakan endişeyle. Yoktu ki, burada ölecektim.
"Yok." Dedim. "Tek çarem bu bombayı etkisiz hale getirmek." Derin nefes alarak dikkatimi çeken kabloyu, yani beyaz kabloyu elime aldım. Telsizi açık koydum ve yere bıraktım. Sol elimle kabloyu tutarken, sağ elimlede bıçağı tutuyordum. "Beyaz bir kablo var, bunu keseceğim. Başka çarem yok."
Cevap gelmeyince gözlerimi kapattım ve içimden son kez şehadet getirdim. 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.'
Beyaz kabloyu kestim. Gözlerim hala kapalıydı ve yavaşça gözlerimi açıp derin nefes aldım. Saniyelere baktım hemen.
"HASSİKTİR." Diye bağırdım hızlanan saniyelere bakarak.
"Ne oldu?!" Diyen yüzbaşının sesiyle kendime geldim. Telsizi elime aldım hızla.
"Hakkınızı helal edin, komutanım." Dedim gözlerimi saniyelerden ayırmayarak.
"Bilge! Cevap ver ne oluyor?!"
"Komutanım," dedim dudaklarımı ısırarak. "Saniyeler hızla akıyor, ve 27 saniye kaldı."
"Bilge, Bilge sakin ol tamam mı." Dedi Furkan beni sakinleştirmye çalışarak. Ama saniyeler öyle hızla akıyordu ki. Şuan bile 16 saniye kaldı.
"Bilge, kaç oradan uzaklaş hemen başka yere!" Dedi Kuzey hızla.
"Yuvaya giren kabloyu kes!" Oğuz'un sesini duyduğum anda hemen yuvaya giren kabloyu kestim. Son 8 saniye kalmıştı ve bomba etkisiz hale getirilmişti. Derin nefes aldım gözlerim dolarak.
Telsizi elime aldım. "Bomba etkisiz hale getirildi." Dedim rahatlayarak. Soğuk terler döküyordum.
"Şükürler olsun." Dedi Furkan. "Bilge komutanım, sen yerini söyle biz gelip seni alalım." Şuan korkudan öyle titiriyordum ki bayılacaktım.
"Kafam yerinde değil, Furkan. Yuva dan sorun onlar biliyor." Artık burası beni boğuyordu. Hem karanlık, hem pis koku, hem de az önce yaşadığım panik tansiyonumu düşürmüştü.
"Bilge." Doktorun sesini duyunca telsizi dudaklarıma doğru yaklaştırdım.
"Söyle, Lara."
"Sesinden anladığım kadarıyla iyi değilsin, aklına kötü şeyler getirme ve sakinleş. Oldu bitti tamam mı, derin nefes alıp ver." Bana ne yapmam gerektiğini anlatıyordu ama kendimde değildim.
"Ç-çok..." Dedim zorla. "K-kötüyü-..." Devamını getiremedim çünkü kendimden geçmiştim. Ama son duyduğum kelime yüzbaşının 'Bilge' diye adımı bağırmasıydı.
☪︎
Gözlerimi araladığımda etraftan sesler duydum önce. Ama gözlerimi aralıyıp kapatıyordum. Bilincim açıktı, ama gözlerimi açamıyordum. Göz kapakalarım ağırdı sanki. Ama birinin kucağında olduğumu biliyordum.
Işıklı bir yere çıkmış olmalıyım ki gözlerimi daha sıkı yumdum. Çünkü depo karanlıktı ve gözlerim karanlığa alışmıştı. Şuan en ufak bir ışık görünce garip oluyordum.
"Bilge..." İsmimi duyduğum anda birazda olsa kendime gelmiştim. İsmimi söyleyen yüzbaşıydı.
Gözlerimi tam araladığım anda sırtım yerle buluştu. Az önce yüzbaşının kucağındaydım. Başımın etrafında durup bana bakıyordu yüzbaşı, Furkan, Oğuz ve Lara.
Lara bana kolonya koklattığı anda bilincim tam açıldı. Furkan kolumdan tutuğu için ondan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Yerde oturdum kendime gelerek.
"İyi misin, Bilge komutanım?" Diye sordu Furkan.
"Şimdi daha iyiyim."
"Hastaneye gitmen gerek." Diye mırıldandı yüzbaşı. "Askerimin böyle olmasını istemem."
"İyiyim komutanım, gerek yok. Ben toparlanırım şimdi." Dedim ve aklıma tek gözün telsizle söyledikleri geldi. "Komutanım." Panikle çıkan sesime kaşlarını çattı.
"Söyle, Bilge."
"Ben silahımı aldım tek gözden, ama biri arkamdan gelip kafama vurdu sopayla. Yüzü gözükmüyor ama." Diyerek USB'yi cebimden çıkarıp yüzbaşıya uzattım. "İlk buraya gelirken tek göz telsizde birine anons çekiyordu. Yarın akşam Şile'de bomba patlayacak."
"Kahretsin!" Dedi yüzbaşı sinirle.
"Bir düğünü patlatacaklar galiba. Çünkü adam dedi ki 'yarın akşam o düğün patlayacak.' Ama hangi düğün salonu olduğunu bilmiyordum." Yüzbaşı biraz düşündü sonra Lara ile Furkan'a baktı.
"Şile de olan istihbaratçımız kim?" Galiba her yerde bir istihbaratçımız vardı. Bu iyi birşeydi ama.
"Burcu Çiçek." Diye cevap verdi Lara.
"Başka biri yok mu ya?" Dedi yüzbaşı bıkkınlıkla. Niye böyle tepki verdiğini bilmiyordum ama belli ki hoşlanmıyordu istihbaratçı Burcu Çiçek'ten.
"Yok maalesef, yine karşılaşacaksınız." Dedi Furkan alaylı bir sesle.
Yüzbaşı ters bir bakış attı Furkan'a. "Karargaha gidip operasyon yapmamız gerek." Tam ayağa kalkmak isterken kolumden tuttu Furkan ve yüzbaşı.
"Siz ne yaptınız?" Diye sordum.
"Hallettik biz o mesleyi. Diğerleri hala orada birazdan karargaha geçerler." Dedi yüzbaşı.
İkisi kolumdan destek olarak sıkıca tutuyordu. Furkan ise kıs-kıs gülüyordu nedense. Neye güldüğünü bile bilmiyordum.
"Neye gülüyorsun?"
"Kusura bakma ya Bilge komutanım." Dedi Furkan, ama hala gülüyordu. "Ama böyle çok güzelsiniz siz, ben bölmiyim sizi." Diyerek kolumu bırakıp kaçtı. Yüzbaşı da sağ tarafımda olduğu için sağ eliyle kolumu tuttu, sol elini ise belime koydu. İçimden 'koskoca yüzbaşısın yaptığın hareketlere bak' diye geçirdim.
"Ben kendim gide bilirim aslında."
"Tamam." Diyerek hemen bıraktı. Bırakmaz sanmıştım aslında, neyse.
"Silahımı kaptırdığım için özür dilerim, odadan kaçtığım içinde. Ama silahımı aldım, beni affettin değil mi yüzbaşım?" Göz ucuyla bana bakıp gülumsedi. Niye böyle yaptığını anlamamıştım.
"Özrün kabul edildi."
"Edene teşekkür ederim." Dedim gülümseyerek. Aramızın düzelmesine mutlu olmuştum. Hemde çok.
☪︎
Karargaha varınca diğerleri toplantı odasına giderken ben direkt Albayın odasına gitmiştim. Azar işitmesem olmazdı. Benimle derdi olan tek kisi yüzbaşı sanıyordum ama albayında benimle derdi var sanırım. Bu sefer haklı galiba. Silahımı kaptırdım ve geride aldım, ama yinede beni azarlayacaktı.
"Bir daha silahını kaptırma üsteğmen." Başımı salladım saygıyla.
"Emredersiniz albayım, artık daha dikkatli olacağım."
"Böyle şeyleri affetmem, ama yüzbaşı Şahin'e dua et sen. Sana kefil olmasaydı işin zordu." Diyerek önünde duran dosyaları düzeltti. O an hafif gülümsedim.
Kefil olmuştu benim için...
"Baş üstüne albayım."
"Çıka bilirsin, ben şimdi toplantıya geleceğim." Başımı salladım.
"Emredersiniz." Diyerek odadan çıktım. Derin nefes alarak toplantı odasına doğru gittim. İçeri girince gözüm yüzbaşıyı aradı. Ama burada yoktu.
Diğerlerinin yanına gidip durdum. Şuan yüzbaşıyı sorarsam Furkan kesin gülecekti. Bu askerle baş edemiyordum. Daha yeni geldim ama hepsini çok sevmiştim.
"Yüzbaşı nerede?" Diye sordum.
"Gelir şimdi, sen nasılsın?" Diye cevap verdi Kuzey ve soru sordu.
"İyiyim işte bende." Diyerek etrafa baktım. Yüzbaşının gelmediğini görünce kısık sesle dedikodu yapmaya başladım. Normalde yapmazdım ama, yüzbaşının hayatını merak ediyordum. "Size birşey soracağım, yüzbaşı bana hayatını anlatmadı siz anlata bilir misiniz?"
"Anlatayım ben-" dedi Özberk ama o anda birden kapı açıldı ve içeri albay ile yüzbaşı girdi.
"Sonra konuşuruz." Dedim ve yerimize geçtik. Albay başta oturunca ben onun sol tarafında, yüzbaşı ise sağ tarafında oturdu. Yani ben ve yüzbaşı karşı karşıya oturmuştuk.
"Durum ciddi, az önce bana bir USB izlettiler. Tek göz bana 'Kuzgun timini ve onların ailesini mahvedeceğim' dedi. İlk göreviniz ailenizi güvene almak sonra Şile'ye gidip o düğüne katılmak." Başımı salladım. Gerçi koruyacağım kimse yoktu. "İstihbaratçımız Burcu Çiçek o düğünü öğrendi. Bir saat sonra hemen yola çıkıp oraya gitmeniz gerek."
"Benim koruyacak bir ailem yok." Dedim.
"Ailem başka ülkede yaşıyor zaten." Yüzbaşı ailem olarak annesi ve babasını mı kastetmişti, yoksa eşi ve çocukları mı?
"Nadia'yı korumaya almayacak mısın komutanım?" Dedi Kuzey. Kaşlarımı çattım, Nadia kim ayol?
"Eşim olduğunu kimse bilmiyor, ama yinede güvene alırım onu." Oha! Evli miydi? Hiç beklemiyordum. Bunuda seven varmış.
"Albayım, ailemiz tehlikede bir ev tutup hepsini oraya mı götürsek ve kapıya koruma diksek." Albay Lara'nın fikrini beğenmiş olmalı ki başını salladı.
"Çocuklara derim onlar halleder, ailenizle iltibata geçin sizde hazır olsunlar. Ailenizi almaya askerler gider merak etmeyin." Dedi albay ve konuşmasına devam etti. "Şimdi planımıza gelelim." Diyerek elini masada birleştirdi. Hepimiz dikatlice dinledik.
"Hepimiz katılacağız o düğüne değil mi albayım?" Diye sordu Oğuz.
"Evet, hepiniz katılacaksınız."
"Kimin düğünü bu peki?" Sordu Hakan.
"Sade, kendi halinde olan adamın kızının düğünü. Ama tek göz onunla düşman. Çünkü adam çocuklara dini öğrettiği için tek goz onunla düşman. Tek göz küçük çocukları kandırıp onları canlı bomba yapıyor ama Ahmet Bey çocuklara o yolun kötü olduğunu öğretiyor. Düğun ise düğün salonunda değil, evin bahçesinde olacakmış."
Ahmet Bey kızına düğün yapan adam olamlı. Tek göz şerefsizi belli zaten kim olduğu.
"Planımız ne peki şimdi?" Sordum.
"Görevlerinizi söylüyorum. Lara ve Özberk, siz ikiniz kenarda duracaksınız. Özberk nişancı zaten ve bir çatıya çıkıp etrafı kontrol eder, Lara'da onun yanında olur. Yaralanırsanız doktora ihtiyacınız olur." Başımızı salladık hepimiz. "Hakan, sen garson olarak içeri gireceksin. Kuzey sende koruma olacaksın. Oğuz sende sanki o mahalleye yeni taşınmış biri olacaksın, orada sana bir ev ayarlandı. Oğuz orada durup etrafı kontrol edip benimle iltibata geçecek. Ve hepinizin buluşma noktası o ev olacak."
Görevimi deli gibi merak ediyordum. Ama dikkatle albayın görevlerimizi söylemesini bekledim. Düğünü bölmeden bu işi sessiz halletmeliydik.
"Furkan şoför olacak, Bilge ve Şahin'in şoförü gibi."
Bizim şoförümüz mü?
Bizim görevimiz neydi ki?
"Bilge ve Şahin o düğüne katılmış evli bir çift olacak."
Şaşırdık mı?
Hayır.
Nerede antin-kuntin görevler var, gelip beni bulur. O yüzden hiç şaşırmadım, benim normalim bu çünkü.
~BİTTİ~
Nasıldı yeni bölüm? Umarım beğenmişsinizdir. Profesyonel yazar değilim ama elimden geldiği kadarını yapmaya çalışıyorum.
Oy vermeyi unutmayın lütfen. 🦅
Bana ulaşmak istiyorsanız TikTok hesabımdan ulaşa bilirsiniz.
TikTok: simalla__
İns: simalla__
Hoşçakalın.🦅❤️
