2 страница1 августа 2025, 10:44

1 - KUZGUN.

Selamar, yeni kurgumla karşınızdayım yine. Açıkçası çok heyecanlıyım birazcıkta korkuyorum. Asker kurguları hakkında hiç birşey bilmiyorum. Umarım beğenirsiniz.

Bu eser tamamen hayal ürünü, içindeki olaylar ve karakterler gerçek kişi veya kurumlarla hiçbir şekilde bağlantılı değildir. Anlatılan çatışmalar, kurgusal savaş ortamları ve yaşanan zorluklar, yazarın hayal gücünden doğmuştur. Umarım, bu hikâyede anlatılanlar sadece bir kurgu olarak kalır ve benzer acılar gerçek hayatta yaşanmaz.

Bu kitap, 2024 yılında, savaşın gölgesinde yazıldı.

Oy vermeyi unutmayın lütfen, ve bol yorum.

İyi okumalar...


–––

İZMİR:


"Ben alışmıştım ama buraya." dedim karşımda ki adama. Albay'ıma yani.

Ben Bilge Sayar. Rütbem üsteğmen. Kıdemli bir askerimdir, görevimi başarıyla yerine getiririm.

Tayin kararımı aldığıma dair resmi yazı elime geçtiğinde içimde garip bir his vardı. Alıştığım, bildiğim yerde, bildiğim insanlarla yıllar geçirmiştim. Artık yeni bir yere, yeni bir komutana, yeni bir ekibe katılacaktım. İçimde hem heyecan hem de kaygı vardı. Görevimden asla taviz vermem ne olursa olsun, emri aldığımda en iyisini yaparım. Ancak o yeni yer, yeni ortama alışmak kolay olmayacaktı.

Kendime söz verdim; ne olursa olsun, oraya da alışacağım. Yeni görevim ne kadar zorlu olursa olsun, içimdeki asker ruhu bunu başaracak kadar güçlüydü. Burada da başarılı olacaktım. Çünkü ben Bilge Sayar’dım, her şartta ayakta kalmasını bilen, sorumluluklarının bilincinde bir üsteğmen. Yeni görevimde, yeni sınavlarda hazır olacaktım. Vazifem çağırıyordu, gerisi önemli değildi.

"Biliyorum, Bilge ama tayinin çıktı elimden birşey gelmiyor." Saygıyla başımı salladım.

"İtirazım yok albayım. Görevim vatanımı korumak, heryerde korurum." Albay gelip karşımda durdu ve iki elinide omuzuma koydu.

"Sen iyi bir askersin Bilge Sayar, görevini heryerde başarıyla tamamlaya bilirsin."

Ondan sonra olaylar su gibi aktı. Karargahın koridorlarında adımlarım yankılanırken içimde garip bir boşluk vardı. Ne tam üzüntü, ne tam heyecan. Karışık, tarifi zor bir his. Üzerime giydiğim üniformanın ağırlığına alışkındım ama bu sefer farklıydı. Alıştığım duvarları, her sabah selamlaştığım nöbetçi erleri, çaycı Hüseyin Abi'nin buruk gülümsemesini ardımda bırakacaktım.

Arkadaşlarımla vedalaşmak kolay olmadı. Birbirimize öylece sarıldık. Hepsi sırayla gelip sarıldı. Kimi sessizce "Yolun açık olsun, Bilge" dedi, kimi gözlerime baka baka "Sen gittiğin yerde de farkını koyarsın."

İçimde hem minnet, hem de sıkı bir düğümle çıktım oradan. Eve dönerken sokaklar tanıdıktı. Her köşe, her dükkan bir anı demekti. Üzerinde çocukluğumun geçtiği bu mahalleden şimdi uzaklara gidiyordum.

Eve girdiğimde ilk işim, dolabımı açıp üniformalarımı düzgünce katlamak oldu. Her biri ayrı bir anıyı taşıyordu. Bir kenara mühimmat dosyalarımı, diğer kenara özel eşyalarımı dizdim. Her şeyi düzenli, her şeyi planlı. Ben buyum. Hayatımda karmaşaya yer yoktur.

Bir sandığın içinde annemden kalan eski bir yemeniyi buldum. Elime alıp bir süre baktım. Gözlerim dolmadı, alıştım sanıyordum ama bazı duygular alışılmazdı. Sessizce çantama yerleştirdim onu. Ardından babamın cep saatini aldım. Hâlâ çalışıyordu. Zaman ilerliyordu, ben de onunla birlikte.

Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra üzerime sade bir şeyler giydim ve evden çıktım. Arabama binip doğrudan mezarlığa gittim. İstanbul'a gitmeden önce onları görmeliydim. Annem ve babamı…

Depremde kaybettim ikisini de. Ev yıkılmıştı. Ben görevdeydim. Gece nöbetindeydim o zaman. Haberi aldığımda ilk koştuğum yer enkazın başıydı. Ama artık her şey topraktaydı.

Başuçlarına çöktüm. Uzun uzun baktım mezar taşlarına. "Ben gidiyorum anne," dedim sessizce. "Baba, İstanbul'a gidiyorum. Orası da kalabalık, orası da karmaşık. Ama senin kızın baş eder, merak etme."

Elimle toprağı düzelttim. Birkaç çiçek bıraktım başucuna. Sonra ayağa kalktım. İçimde bir güç vardı. Sanki onların sessizliği bile beni cesaretlendiriyordu.

Gidiyordum. Ama yalnız değildim. Onlar hep benimleydi. Ve ben nereye gidersem gideyim, görevim, adım ve onurum yanımda olacaktı.

☪︎

Eve geri dönmek için arabaya bindim ve yola çıktım. Eve yakındı zaten mezarlık. Ama ben eve gidip dinlenip akşam yola çıkmayı düşünüyorum.

Sokağa girip arabayı evin yakınında parkettim. Arabadan inip eve doğru giderken mahalleden iki teyze önümü kesti. Akılları sıra dedikodu yapacakları benimle veya bana koca adayları göstereceklerdi.

"İyi günler, nasılsınız bakalım?" Dedim gülerek.

"İyiyiz kızım, sen nasılsın bakalım?" Dedi Hacer teyze. Mahallenin çöpçatanıdır kendisi.

"İyi işte, fena değil. Tayinim çıktı İstanbul'a akşam gidiyorum buradan."

"Aa, nerede kalacaksın orada?" Sordu Yelda teyze, o da mahalleni kamerası gibidir. Bütün günü milleti gözetleyip dedikodu yapar.

"Bulurum bir yer, hem çoğu zaman gorevde oluyorum." Dedim ve aynı zamanda eve doğru adım attım. Belki anlarlar eve gidip dinlenmek istediğimi.

"Kızım, peki Tunç ne olacak?" Sordu Hacer teyze.

Kaşlarımı çattım. "Tunç?"

"Seninle tanışmak istiyor kendisi, bak böyle bekar oturulmaz. Çocuk alt mahallede kalıyor zaten. Buluşun, belki seversin sende." Artık iyice sinirlerim bozulmuştu. Başımı iki yana salladım eve dogru yol alarak.

"Hoşçakalın." Diyerek eve girdim.

Kapıyı kapatıp derim nefes aldım rahatça. Sonunda kurtuluyordum bunlardan. Bi' beni zorla evlendirmeleri kaldı. Bana ne alt mahallede oturan Tunç'tan. Tanıyorum zaten çocuğu. Çocuk hergün bakkaldan ekmek çalıyor. Mahallenin delisi resmen. Yıllardır peşimde zaten.

Daha fazla düşunursem kafayı yerdim. Hemen odama girip kendimi yatağa attım. Telefonumu cebimden çıkarıp alarmı koydum. Akşam saat 1-2 gibi evden çıkarım, zaten yol 5-6 saatlik.

Alarmı kurduktan sonra gözlerimi kapattım ve kendimi uykuya teslim ettim. Çünkü yarın tam başka yerde olacaktım. Hiç tanımadığım biryerde olacaktım.

☪︎

Alarmın sesiyle gözlerimi açtım. Hava karanlıktı. Uykumu iyi almıştım Allah'tan. Ayağa kalkıp hazırlanmaya başladım. Üstümü değiştim, kendime birkaç şey hazırladım yolda yemek için ve evden çıktım.

Zaten çok eşyam yoktu. Evi kilitledim ve anahtarı saksının altına koydum. Çünkü burada gelip kuzenim yaşayacaktı. Aslında üniversitesi için benimle yaşayacaktı ama benim tayinim çıkınca ev ona kaldı.

Bavulumu alıp arabama doğru giderken birini gördüm. Arabama yaslanıp beni bekliyordu. Kim olduğunu görünce gözlerimi devirdim. Mahallenin delisi Tunç.

"Bilge." Dedi. Cevap vermedim. "Tayin olduğunu duyduğumdan beri burada seni bekliyorum."

"İyi yapıyorsun canım, hadi çekil şimdi." Diyerek kolundan tutarak kenara çektim ve bagajı açıp bavulumu yerleştirdim.

"Bırakmam seni." Diyerek bavulumu almak istedi.

"Tunç! Çekil git! Bela mısın oğlum sen bana gece gece?!" Dedim ve bagajı kapattım. "Bak gece, gece milleti rahatsız etmeyelim. Hadi hoşçakal, mahalle sana emanet." Gidip arabada oturunca kapıyı kapatmama izin vermedi.

"Beni bırakıp gitme, Bilge." Çattık ya gece gece. "Ben seni buralarda mutlu ederim."

"Oğlum, tayinim çıktı. Gitmem gerek, çekil!" Kapıyı kapatınca humen arabayı çalıştırdım. Çocuğun deli olduğuna dair kaç tane rapor vardı. Bütün delilerde beni buluyor zaten. Hem benden beş yaş küçüktü. Benim 28, onun 23 yaşı vardı. Bizden asla olmazdı!

Qaza basmak isteyince arabanın önüne atladı. Az kalsın eziyordum çocuğu. Hemen arabayı durdurup yüzüne baktım sinirle.

"Manyak mısın sen?! Çekil oradan!"

"Bırakmam seni Bilge'm." Kornaya basmaya başladım sinirle. Arkamda da araba vardı diye geri de çıkamıyordum.

"Sen kaşındın." Diyerek belimden tabancamı çıkardım. Silahımı gorev aldığım yere teslim ettim ama üzerime ruhsatlı olan tabancam ben de kalmıştı. "Çekil!" Diyerek tabancayı Tunç'a doğrulttum. Elini kaldırıp geri çekilince bir elime direksiyonu tutup yola koyuldum.

Derin bir nefes alarak tabancayı yan koltuğa fırlattım ve gecenin karanlığında yoluma devam ettim. Direksiyonu sıktım, parmaklarımın arasında gerginlik vardı. Sessizlik içimi kemiriyordu ama radyoyu açmak bile gelmedi içimden. O an, sadece motorun uğultusu ve yolda dönen tekerleklerin sesi vardı.

Farlarım, asfaltın siyahını kesip biçiyordu. Yol önümde uzanıyordu, sonu İstanbul. Yeni görev yeri. Yeni hayat.

Düşünceler zihnimin içinde dönüp duruyordu. Ardımda kalanlar, elimde kalanlar, önümde beliren bilinmezlik. Ama ne olursa olsun, bu yola ben çıktım. Kimse beni zorlamadı.

Camı biraz araladım. İçeri dolan gece havası tenime değdiğinde sanki biraz olsun kendime geldim. Uykusuzdum, yorgundum ama vazgeçmek gibi bir kelime hiç olmadı sözlüğümde.

Saatler sonra / İSTANBUL


Yol tabelasında İstanbul yazısını görünce içimde ince bir kıpırtı oldu. Yeni bir hayat başlıyor, dedim kendime. Yeni sorumluluklar, yeni insanlar, yeni bir görev…

Sabah olmuştu artık. Karargaha geçmeyecektim şimdi,  birkaç saat önce yolda durup araştırdığım eve gidecektim. Bir süreliğine ev kiralıyarak orada yaşardım sonrasında küçük bir ev alırdım.

☪︎

İşlerimi halletmiştim. Bir tane ev bulmuştum, eşyalarımı yerleştirmiştim. Allah'tan ev sahibi çok iyi bir amcaydı. Zorunluluk çıkarmadı hiç, güzelce anlaştık.

Evden çıkmadan önce üstümü değiştim. Siyah giyinirim. Baştan ayağa. Kamuflaj değil bu görünmek istemediğin zaman görünmez olmak için. İlk işim, termal uyumlu siyah içliktir. Hem sıcak tutar, hem hareketimi kısıtlamaz. Üzerine boğazlı, vücuda tam oturan bir taktik tişört giyerim. Kumaşı özel, ter tutmaz, iz bırakmaz.

Pantolonum görev pantolonu. Cepleri çok, tokaları sıkı. Yere düşsen de, sürünsen de dağılmaz. Yan tarafında bıçak cebi var. Kalça hizasında silah kılıfı takılı. Üzerimde çapraz askılı bir taktik kemer var. Hafif ama sağlam.

Eldiven takarım. Parmak uçları açık bir şekilde. Botlarım tam bilek üstü. Zemin ne olursa olsun beni yarı yolda bırakmaz. Saçlarımı hep arkaya toplarım. Önüme düşmesin diye.

Hazır olduktan sonra evden çıktım. Hava güzeldi ve aylardan Kasım ayıydı. Tabancamı kılıfa geçirdim ve arabama bindim. Karargaha doğru yol aldım. Buraya yakındı zaten.

☪︎

Karargaha vardım ve arabadan indim. Baya büyük bir karargahtı. Umarım herkesle anlaşa bilirim. Karargaha doğru yürüdüm ve içeri girdim. Merdivenli bir yeri çıkarken bir asker önümü kesti.

"Kimsiniz?"

"Tayin edildim buraya." Dedim etrafa bakarak sonra tekrar askere baktım. "Albay'ı görmem lazım."

"Yardımcı olayım." Diyerek arkasını dönüp gitti ben de peşinden gittim. Asker bir odaya girdi. Kapıda Albay Engin Erdal yazıyordu. Birkaç dakika sonra çıktı asker oda dan. "Albay sizi bekliyor."

Kapının önünde derin bir nefes aldım. İçeri adımımı attığımda Albay, masasının arkasında oturuyordu. Yüzünde ciddi ama aynı zamanda hafif bir sıcaklık vardı. Göz göze geldik, beklediğimi hissettiğini biliyordum.

Albay, dosyaları biraz kenara çekerek ayağa kalktı ve bana doğru yürüdü.

“Üsteğmen Sayar, yeni göreviniz hayırlı olsun,” dedi sakin bir sesle.

Ben de selam verdim, “Teşekkür ederim, Albay'ım. Görev neyse en iyisini yapmaya hazırım.”

Albay masaya oturdu ve önüme bazı belgeler koydu. “İstanbul’da önemli bir pozisyona getirildiniz. Burası basit bir görev yeri değil. Hem şehir hem de operasyon alanları açısından kritik bir bölge. Sizin tecrübeniz ve disiplininiz bizim için büyük şans.”

Ben dosyaya göz gezdirirken, ekledi. “Burada sadece saha görevleri değil, lojistik, istihbarat ve koordinasyon da önemli. Yeni ekibine hızlı uyum sağlamalısın.”

Derin bir nefes aldım. “Anlıyorum Albayım. Ne yapılması gerekiyorsa yapacağım.”

Albay başını hafifçe salladı. "Yüzbaşıyla tanışacaksın. Şimdi sana bazı kaynaklar ve görev alanıyla ilgili bilgileri vereceğim.”

Bana uzattığı dosyayı aldım. Sayfalar arasında operasyon haritaları, personel listeleri, önemli iletişim kanalları vardı.

“Burada hayat hızlı akar, Üsteğmen. Bizim için vazgeçilmez olan tek şey disiplin ve cesarettir.”

Kafamı sallayarak onayladım. “Hazırım, Albayım.” dedim. "Bi' de şey, ekibim kimler?"

"Onlar şuan operayondalar, ilk gün seni yormayalım."

"Onlarla tanışmayı çok isterim, hem benim gösevim bu. Yerlerini söyleyin gideyim onların yanına."

Albay gülümseyerek, “İyi o zaman. Suriye sizi bekliyor, Üsteğmen Sayar.”

O anda içimde hem bir sorumluluk, hem bir kararlılık hissettim. Bu görev benim için yeni bir meydan okumaydı. Ve ben meydan okumayı severdim.

"Suriye mi?" Sordum tekrar. Hiç görev yapmadım Suriye de.

"Evet, bak tekrar söylüyorum ilk gün gitmeye bilirsin. Ekipte zaten yarın geri dönecekler." Dedim ve derin bir iç çekti. "Tabi oradan kurtula bilirlerse."

"Başları belada mı? Ben hemen giderim, ama sınırı nasıl geçeceğimi bilmiyorum." Albay başını salladı ve telefonla birini arayıp odaya gelmesini söyledi.

"Bizim askerlerden biri seni bırakır sınıra, ama çıkmadan önce hazırlık yapman gerek. O yüzden asker seni bizim silah odamıza götürür." Başımı sallayarak ayağa kalktım.

Ondan sonra herşey su akıp gibi devam etti. Görev için hazırlanmaya başladım. Silah dolabına gidip, standart piyade tüfeği olan AK-47’yi aldım, kayışını omzuma geçirdim. Ekipmanımı kontrol ettim cephanelik, yedek şarjörler, telsiz ve temel malzemeler tamamdı. Her şey hazırdı.

Sırtımdaki yükü hissettim sadece silah değil, aynı zamanda sorumluluklarım, görevim vardı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve göreve doğru yürümeye başladım.

Odadan çıkınca Albay ile karşılaştım. Telsiz kodumu ögrenmem gerekti. "Albayım." Diye seslenince hemen baktı.

"Söyle, Bilge Sayar."

"Telsiz kodum ne?"

"Acele ettin anlatamadım sana. Telsiz kodun Gölge 2 ve Kuzgun timindesin. Yedi kişilik ekipsiniz. Ekipte bir kadın daha var, o da doktor." Dikkatlice Albayı dinledim.

Ondan sonra hemen yola çıktık. Bir asker beni sınıra kadar götürecekti. Ekip arkadaşlarımı bulmam gerekti. Çantama koyduğum büyük haritayı çıkarıp baktım. Baya bir yol gidiyorduk. Ama uçakla gidiyorduk, asker sadece bana destek için geldi. Geri dönecekti sonrasında.

Haritadan etrafa baktım. Sınırdan Suriyeye geçe biliyoruz ama ormanın içiyle gizlice geçe bilirdim. Oraya varınca ekip arkadaşlarımlada iltibata geçerim ve onların yanına giderim.

☪︎

Birkaç saat sonra bir karakolda iniş yaptık. Bundan sonra kendim gidecektim. Çünkü sınırı gizlin geçmem gerek. Vakit kaybetmeden hemen yola çıktım. Dağların üstüyle geçiyordum.

SURİYE


Uzun bir yoldan sonra sınırı geçtim. Etrafta hiç kimse yoktu ama bir köye gelmiştim. Köydü ama normal insanlar değildi. Ellerinde silah falan vardı. Beni gördükleri anda indireceklerdi. Hemen çalıların arasın ageçip telsizi çıkardım.

"Gölge 1 cevap ver." Bekledim, cevap yoktu. "Gölge 1 cevap ver, tamam." Hala cevap yoktu. "Gölge 3 cevap ver, tamam." Hiç biri cevap vermiyordu. "Gölge cevap verin." Hiçbiride cevap vermiyordu.

Başka çare yoktu ben onları bulurdum. Hemen ayağa kalkıp gizlince köye doğru gittim. Dağılmış bir evin arkasına geçip küçük pencereden baktım. Birinin elini ayağını bağlamışlardı ve sandalyede oturtmuşlardı. Gizlice içeri girmem lazım, ama beni görünce Türk askeri olduğumu anlarlar. Pencereden girmem gerek.

Boyum yetmediği için kenarda duran içi kum dolu torbaları aldım. Ağırdı ama alışmıştım. Kum torbalarını dizdikten sonra hemen üstüne çıktım. Buraya gire bilirdim şimdi. İlk önce çantamı içeri atıp sonra kendimi attım. Esir alınmış adam geldiğimi görünce kaşlarını çattı. Ağzı, yüzü kan içindeydi. İşkence gördüğü belli.

"İyi misin?" Sordum kısık sesle ve yerde olan kesici aleti alıp adamı ipten kurtaracaktım.

"Sen kimsin?" Sorduğu soruya bak! En nefret ettiğim şey!

"Sen beni boşver, seni şimdi kurtaracağım." Zordu ama onu kurtarmayı başardım. Kesici aleti bir kenara bırakıp çantamı aldım ve girdiğim pencereden çıktık.

"Bana da silah ver." Dedi adam. Ben tanımadığım birine asla silahımı emanet etmem. Birşey demedim ama ikimizde oradan uzaklaştık. Başka bir yerde saklanınca tekrar silah istedi. "Silah ver dedim sana."

"Sen bana kim olduğunu söylesene ilk önce."

"Asıl sen kimsin?!" Adamı kurtardım bi' de benimle yüksek sesle konuşuyor. Sinirle derin bir iç cektim.

"Türk askeriyim ben, üsteğmen Bilge Sayar." Diyerek elimi uzattım. "Sen kimsin?"

"Üsteğmen demek?" Başımı salladım. "Seni ilgilendirmez kim olduğum." Kaşlarım hızla çatıldı. Bu nasıl bir adamdı ya?!

"Keşke hiç kurtarmasaydım seni, çattık ya! İnsan bir teşekkür eder."

"Ben senin usteğmen olduğuna inanmıyorum bile." Dedi rahatlıkla.

"Aptal herif! Gerizekalı ya!" Sinirle o adamın yanından uzaklaştım. Elimde silahla giderken önüme iki adam çıktı. Hemen önüme çıkanlara silah dogrulttum, onlarda bana.

"Komutanım." Dedi adamalrdan biri. Sonra silahları indirip bana baktılar. "Sen kimsin?"

"Ben üsteğmen Bilge Sayar, öğrene bilir miyim acaba siz kimsiniz?" Sonra az önca kurtardığım kaba adama baktım. "Ve bu kaba adam kim?!" Demiştim ki az önce o adamın benim kurtardığım adama 'komutanım' dediğini hatırladım. Umarım yüzbaşı değildir.

"Ben Özberk Gökdeniz, uzman çavuş nişancı." Konuştu diğer adam. Diğeri de kendisini tanıttı.

"Ben de Furkan Sungur, astsubay üstçavuş." Başımı salladım. Ve Özberk benim az önce kurtardığım adamı gösterdi.

"Tanıştırayım, Şahin Altuğ kendisi yüzbaşıdır." Başımı çevirip adama baktım.

"Ben yeni tayin oldum, ekibimin burada olduğunu söylediler."

"Bizim ekibe birinin geleceğini haber vermediler, bizim ekipten değilsindir. Hem ben bir yüzbaşı olarak 2.komutanın bir kadın olmasına karşıyımdır." Dedi kabaca.

"Umarım öyledir, çok bayılıyorum sanki sana. Ben gidip kendi ekibimi bulurum." Sinirle yanlarından uzaklaştım. Komutan olmuş, ama adam olamamış kaba adam.

☪︎

Akşam olmuştu ve ben hala telsizle ekibime ulaşamamıştım. Gidip bir mağaranın içinde oturup soluklandım. Birden telsizden biri konuştu.

"Gölge iki, yuva." Gölge iki bendim. Birşeyler daha dedi ama duymadım. Hemen telsizi elime aldım.

"Duymuyorum, tekrar et gölge, tamam."

"Bilge Sayar ben Albay, yarın sabah olunca hemen sınıra gel seni alacağız."

"Albayım, ben bulamadım ekibimi."

"Ekibin şu an karargahta, dönmen gerek." Telsizi kendimden uzaklaştirıp dişlerimin arasından küfür savurdum.

"Emredersiz, Albayım." Telsizi çantama atıp ayağa kalktım ve daha güvenli bir yer aradım. Gece saat on ikiydi. Bir tane ev gördüm, ışıklarıda açıktı.

Dağdan inip o eve doğru gittim tüfeğimi hazırda tutarak. Tam o sırada kadın kapıdan çıkıyordu beni görünce bağırdı.

"Korkma ablacığım, ben Türk askeriyim." Kadın kalbini tutarak rahat nefes aldı.

"Özür dilerim, bir anda korktum."

"Yok asıl ben özür dilerim, korkuttum sizi. Yarın sınırı geçmem gerek, kalacak yer arıyordum aslında."

"Türk askerinin başımızın üstünde yeri vardır, sizi misafir ederim ben." Kapıyı açarak içeri girmemi bekledi.

☪︎

Bu günü bu evde geçirmiştim. Ve sabah erkenden uyanıp sınıra doğru gittim. Kadının kocasının arabasıyla sınıra kadar gelmiştik. Arabadan inip irelledim. Beni karşılıyorlardı askerler. Albay da gelmişti.

"Albayım." Dedim.

"Gel kızım, gel." Bir araca binip yola çıktık. "Akşam yine gideceksin, bu sefer ekibinle birlikte gideceksin. Ama ilk önce plan kurmanız gerekiyor operayson için."

Suriye'den dönerken içimde yorgunlukla karışık bir huzursuzluk vardı. Konvoy halinde sınırı geçtik. Tozlu yollar, yıkık binalar. Hepsi ardımızda kalmıştı. Ama biliyordum, bu sadece geçici bir dönüş. Henüz bitmedi. Görev tamamlanmadı.

Zırhlı araçtan indiğimde İstanbul’un sert ama tanıdık havası yüzüme çarptı. Birkaç saatlik uykusuzluk, terle karışmış yorgunluk ve içime sinmeyen bir eksiklik. Ama en azından şimdilik karargahtaydım.

Karargaha vardığımızda Albay ile birlikte toplantı odasına çıktık. Ekibim şuan toplantı odasındaydı. Sonunda onlarla tanışacaktım. İçeri girerken Albay konuşmaya başladı hemen.

"Evet, askerlerim üsteğmen Bilge Sayar aramıza katıldı." Tam herkesin yüzüne bakıyordum ki başta oturan adam ayağa kalkıp arkasını dönerken gözgöze geldik. Beni görünce kaşlarını çattı.

"Sen?"

"Yok artık!" Dedim bunun bir kabus olma dileğiyle.

~Bitti~

Beğendiniz mi? Ben iyi bir yazar değilim, ama elimden geldiği kadarını yaptım. Sadece bu ilk bölümü yazmama 2 gün gitti.

Eğer beğendiyseniz lütfen küçük yıldıza basarak oy verin. Siz oy vermedikçe ben beğenmediğinizi düşünüyorum ve bölüm yazamıyorum.

Neyse, hoşçakalın.🦅


2 страница1 августа 2025, 10:44

Комментарии